Hakkımızda

       1983 Yılında Elazığ-Karakoçan'da doğdu.  İlkokulu orada bitirdi. 1994 yılında ailesi ile beraber İstanbul'a taşındı ve eğitim hayatına 2 yıl ara vermek durumunda kaldı. Bu süre içinde bir camcı dükkanında çalıştı. 1996 yılında okula kaldığı yerden devam etti ancak çalıştığı camcı dükkanından da ayrılmadı. Böylece toplam 8 yıl aynı camcıda çalıştı. Okulu kadar cam işleme sanatını da çok seviyordu ancak, 2002'de Türkiye genelinde kriz nedeniyle kapanan 6000 dükkandan bir tanesi de onun çalıştığı camcı dükkanı oldu.

       1999 yılında Mevlana (Yabancı dil Ağırlıklı) Süper Lisesi'ne yazıldı. 2 yıl sonra okuduğu okulda yabancı dil bölümü açılamadığından, okulunu değiştirmek zorunda kaldı. 2001 yılında Mehmet Bayazıd Süper Lisesin'de yabancı dil bölümünde misafir öğrenci olarak eğitimine devam etti. Bu süre içerisinde okulu ile beraber, bir fast food restoranında 9 ay kasiyerlik yaptı. 2003 yılında Mevlana Süper Lisesi'nden mezun oldu. Aynı yıl ÖSS sınavına girerek Eskişehir Anadolu Üniversitesi, İngilizce Öğretmenliği bölümünü kazandı.

  Üniversite yıllarında da, 5 yıldızlı otellerde garsonuluk yaptı. Üniversite 2'inci sınıfta iken özel ingilizce dersleri vermeye başladı. 3'üncü sınıfa geçtiği yıl, bir şirkette ingilizce çevirmen olarak çalıştı. Aynı yıl, bir devlet okulunda 5 ay süreyle ücretli İngilizce öğretmenliği yaptı. 2006 yılında bir dil kursunda İngilizce öğretmeni olarak çalışmaya başladı ve 5 yıl devam etti. 2008 Yılında Üniversiteden mezun oldu. 2009 yılında Mardin'de askerlik görevini tamamladı. 2012-2013 Eğitim döneminde Hakkari Üniversitesi'nde 1 yıl İngilizce okutman olarak çalıştı. 2015'te Anadolu Üniversitesi Felsefe bölümünden mezun oldu. Kişisel websitesinde felsefi denemelerini okuyabilir ve 150'ye yakın İngilizce ders videosunu seyredip oturduğunuz yerden İngilizce öğrenebilirsiniz.. Şuan İstanbul'da yaşıyor, özel dersler veriyor, videolu ders çekimlerine devam ediyor ve İstanbul Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyor. 

       Değerli öğrenciler, öğretmenler ve veliler:

       Liseye başladığım yıl bana bir gün bir İngilizce öğretmeni olacağım söylenseydi kesinlikle ihtimal vermezdim. Bunun birinci sebebi İngilizce dersini yapamamam ve bunun sonucu olarak o dersten nefret etmemdi. Yapamıyordum. Kelime ve karmakarışık kurallar ezberlemek, sözcükleri bir araya getirmek çok zor geliyordu. İkinci sebebi de; öğretmenliği o zamanki kapasitemle çok zor bir meslek olarak değerlendirmemdi. İnsanların karşısına çıkmak, onlara bakıp bir şeyler anlatmak insanı heyecandan öldüren bir şeydir diye düşünürdüm.

       Durumun böyle olmasına rağmen ailem beni bir süper liseye yazdırdı. Yani haftada 24 saat İngilizce eğitiminin verildiği bir okul. O sene büyük kaygıyla başladığım lisede, İngilizce’ye olan bakış açım tamamen değişti ve ben ne olursa olsun üniversitede İngilizceyle alakalı bir bölümde okumayı kafama koymuştum. Nitekim, yabancı dil bölümünü bitirdikten sonra direkt İngilizce öğretmenliği bölümünü kazandım.

       Buraya kadar her şey normal gibi gözükse de; aslında benim için, belki de sadece benim için, bu pek de normal bir şey değildir. Çünkü İngilizce’den nefret eden ben, kelime ya da kural ezberi yapamayan ben, nasıl oldu da İngilizce’nin üstesinden gelmiştim. Her şey bir hikayeyi dinlememle başladı. O hikaye ki hayata karşı bakış açımı değiştirdi. Birçok dönüm noktasına imzasını attı.

       “Vaktin birinde bir ülkede bir kral yaşarmış. Yıllarca başka ülkelerle savaşmış ve ülkesini uçsuz bucaksız bir imparatorluk haline getirmiş. Tabii yıllar geçtikçe kral yıpranmış yaşlanmış. Doktorları ona artık yerine geçecek bir kral seçmesini önermişler. O da etrafında uygun bir aday bulamayınca ülke çapında bir yarışma ile geleceğin kralını seçeceğini söylemiş. Bunun üzerine ülkenin her tarafına haber salınmış, “Aklına, bilgisine, cesaretine, gücüne, nesine güvenen varsa sarayın bahçesine gelsin, kral olmak için yarışsın.”

       Bunun üzerine ülkenin her köşesinden her meslekten insanlar akın etmişler söylenen yere. Bu arada kral hiçbir masraftan kaçınmayarak kocaman bir bahçe yaptırmış. Bahçenin duvarları 200 metre yüksekliğindeymiş. Bir kapı takmışlar ki bahçeye, devasa! 200 metre yükseklikte ve 100 metre genişlikte, 10 metre kalınlığında saf demirden yapılmış. İtmeye kalksa 500 adam ancak oynatabilirmiş normalde.

       Yarışmak için gelen insanlar sabırsızlıkla beklerken; kral basitçe “İşte, şu kapıyı kim açarsa benim yerime geçer, bundan sonra ülkenin kralı olur.” demiş.

      İnsanlar bunu duyar duymaz aralarında homurdanmaya başlamışlar. Uğultu bir süre devam etmiş. Kral: “Hadi! Yok mu aranızda şu kapıyı açacak?” diye haykırmış. İnsanların arasında “Kral bunadı kesin.” “Delirmiş galiba, bu kapıyı açabiliyorsa kendisi açsın” “Saçmalıyor işte” … gibi laflar dolaşmış. Bir saat geçmiş aradan ama hala kimsede bir hareket yok. Kimse öne çıkmamış. Kral son defa haykırınca, halkın içinden bir adam çıkmış öne ve kapıya doğru ilerlemiş. Herkes şaşırmış bu adama, sonra gülmüş ve alay etmeye başlamışlar. Kimisi domates fırlatmış adama, kimisi “Sen kendini çok akıllı sanıyorsun galiba!” kimisi, “Sen bu kapının yanında böcek kadarsın, kendini ne sanıyorsun be!” demiş. Ancak adam kimseye aldırmadan yoluna devam etmiş ve kapının yanına varmış. Eliyle kapıyı hafifçe itmiş ve kapı sonuna kadar açılmış. “

       Evet, hikâye böyle. Sanırım anlayacağınızı anladınız. “Her ne olursa olsun, mutlaka şansını dene!” Kaybedecek neyin var ki?

       İşte hayata böyle bakan insanlar ancak bir şeyleri başarabilirler. İsterse 10 üniversite bitirsin, 10 dil bilsin, çok zeki olsun, çok yetenekli olsun, yakışıklı veya güzel olsun... Eğer girişken değilse o bir hiçtir. Şansını denemiyorsa, yerinde oturup, “Ya olmazsa? Ya kabul etmezlerse? Ya şu olursa, ya bu olursa…?” gibi bir mantığa sahip olursa bu dünyaya bir çivi çakamadan toprak olur.

       Ülkemizde üniversite mezunu olup da iş bulamayan insanların tek problemi bu girişken ruha sahip olmamalarındandır. En basit örnek, İstanbul gibi bir şehirde binlerce dükkan, şirket ve kurum bulunmaktadır. Aklı olan gider 100 tane yere başvurur, hatta gerekirse 1000 tane yere başvurur, birsinden birisi mutlaka döner. Belki az parayla çalıştıracaktır, ancak orası onun için bir başlangıç yeridir ve üzerindeki acemiliği alacaktır, bir hayat tecrübesi verecektir.

       Ben bir yere İngilizce öğretmeni pozisyonu için başvurduğumda özgeçmişime; 8 yıl bir camcıda çalıştığımı belirtirim. Belki bazılarınıza alakasız olduğu için komik gelecektir ama ben yaparım. Çünkü bilirim ki daha önce çalıştığımız alan ne olursa olsun diğer çalışacağımız alanlarda bize her zaman faydalar sağlar. En kötü ihtimalle, iş yerinde çalışma ahlakı, disiplin, insan ilişkileri gibi, iş alanları arasında evrensel anlamda bize katkı sağlar.

       Günümüzde yapılan bir araştırmaya göre öğrencilerin büyük çoğunluğu gelecekleri için umutsuz! Bu konuda onlara hak verebileceğim kısımlar var tabii ki. Üniversitede okuyan öğrencilere sorsanız, “İstediğin bölümü mü okuyorsun yoksa puanının yettiği bölümü mü?” genelinin cevabı, “Puanım ancak bu bölüme yetiyordu, o yüzden seçtim.”

      Durum böyle olunca öğrencilerin geleceğe karşı umutsuz olmaları gayet normaldir. Örneğin; ÖSS gibi bir sınavda öğrencileri sadece test yöntemi ile ayıklıyorlar. Ben bu durumu bir benzetme ile açıklarım. Bir müzik yarışması olduğunu düşünün. 10 tane yarışmacı var ve bu yarışmacıların içinden 5 tanesi “iyi müzisyen” olarak seçilecek ve diğerleri elenecek. Yarışmacıların her birisi bir müzik aleti çalabiliyor. Kimisi keman, kimisi davul, birisi bateri, diğeri zurna, bir başkası piyano…bağlama vs.. Yarışmayı yöneten kişi şunu söyler. “Hepiniz davul çalacaksınız. En iyi davul çalan en iyi müzisyen seçilecek.”

       Siz de takdir edersiniz ki; ne keman çalan eller, ne de piyano çalan parmaklar davul çalamayacak. Böyle bir durumda bu müzisyenler “iyi müzisyen değil” denip elenmeli mi? Davulcu ve baterist bu işin üstesinden en iyi şekilde gelecekler ve seçilecekler. Ama biline ki, bu memleketin her alanda yeteneğe sahip insana ihtiyacı var. Kendisini bir yarış atı gibi yetiştiren belki de içe dönük, beceriksiz birisi en iyi üniversiteyi kazanacak ama kendisini davranışsal, yani pratik anlamda ifade edebilen, nice çok yetenekli insan bu sınavı geçemeyecek veya hiç okuyamayacak, ya da hak ettiği yerde okuyamayacak. Dilerim ki Milli Eğitim Bakanlığı ve Yüksek Öğretim Kurumu bu duruma bir çare bulur da bu haksız sistem yerine daha bilimsel ve akılcı çözümler üretirler. Test sınavının ardından mülakatla veya sunum gibi çeşitli yöntemlerle öğrenciler daha iyi analiz edilebilirler. Bir sınavın kapsamı ne kadar çeşitlilik arz ederse o kadar geçerli olur. Bunu bütün eğitimciler bilir.

       Yetişmemde emeği geçen bütün öğretmenlerime buradan teşekkür ederim.